26 Temmuz 2007 Perşembe

GEÇMİŞİ ARAMAK



Hayat eğer yinelenen anlardan ibaret ve sıkıcı bir hal almaya başlamış ise, masanın üzerinde üç beş satır karalanmış kağıtlar toparlanmak için gözlerinizin içine bakıyorsa, kitaplar, gazeteler, kesilmiş haber kupürleri sağa sola dağılmış ve bir pazar günü sendromu yaşanıyorsa… Bunaltıcı yaz sıcaklarının arkasına sığınarak toplumda genel kabul görür, slogan vari bir söylemle buralardan kaçmak gerekir diyorum.

Kaçtığım sen mi? Ben mi? Yoksa geçmişimiz mi? Bilemiyorum. İnsan kaçabilir mi geçmişinden? ya da geçmişi bırakır mı kendisini?

Aslında geçmişe dönmek istiyorum. Senin benimle olan, zaman ve sınır tanımaz geçmişimize…

Bendeki geçmiş, sana ait ama bendeki geçmişi olan şu an sen değilsin. Sen şimdi bendeki sana yabancısın. O eski günlere dönüp baktığımda çokta uzakta kalmayan yaşanan ne duygu dolu anlarmış diyorum. O masum, naif, içten şen şakrak kahkahaların yankılandığı bazı zaman yeri geldiğinde göz yaşlarını dökmekten esirgemeyen yüreği yüzündeki deli kızı, seni yad ettiğim geçmiş…

Kimbilir, şimdi sen nerelerdesin?

Onun, için belki, şimdi gecelerin bitmediğine inanmaya çalışıyorum, ışıkları kapatmıyorum, hala müziği açık bırakıyorum. İki sevgili arasında, iki arkadaş arasında yaşanan, anne ile kızı arasında yaşananlar gibi yaşam boyu süren ilişkiler toplamına benzer hikayeler miydi bizimde yaşadıklarımız…? Bir rüyamıydı tüm bu yaşananlarda, biri bizi bu rüyadan uyandırdı. Yoksa benim hayal dünyamın yansımalarımıydı. Sen var mıydın? Yaşamış mıydın?

Yine soruyorum yaşamış isen; şimdi neredesin? Olmak istediğin yerde misin?

Hayatıma girdiğin gibi çabucak kaybolup gittin. Başka yerlere gittim. Ne zamandır görmediğim insanları gördüm, onlarla konuştum. Alışveriş yaptım, gündüzlere vurdum kendimi ama değişen hiçbir şey yoktu. Hayat yalnızca ara sıra gizlenmemiz gereken rüzgarlarla mı dolu, onlardan korunabilirsek bunca acıdan da korunabilir miyiz?

Nerede bıraktın eski seni, nerede kaybettik. Hangi izlerle kapladın geçmişi de bu kadar görünmezsin. Geçmişini arayan bir insan olarak bizde eskide mi kaldık. Eğer bulursak seni saklandığın yada kaybolduğun dünyandan çekip çıkarabilir miyiz? Ya da çıkarmamıza izin verir misin? Ya da sadece bizim istememiz neyi değiştirir…

Ya şimdi, o ışık huzmeli pırıltılı genç hanımın yerinde; katı, vurdumduymaz yeni bir mevsimde gibisin. Otoriter, tavrı net, biraz anaç halinle geçmişe nazaran üç beş basamak birden atlamış yukardan bakışın… Bumu mutluluk.

Uyuyabiliyor musun vicdanın damarlarındaki kanı zehirlemeden? Beni bırak, kendine karşı Sende hiç vefa yok mu? Hayatında bir yağmur damlası kadar bile yerim yok. İşte ben buyum, son halim bu diyebiliyor musun yüzüme bakarak?

Yoksa sonu gelmeyecek sanılan dünyada, sende elbette kendince bahaneler bulabilir ve bunların arkasına sığınabilirsin.

Ben sana değil eğer o bedenin içinde yer alan varsa, geçmişin izlerini taşıyan yüreğe sesleniyorum. Yalan da olsa yalnız olmadığımı hissettiren sözlerini, gözlerini özledim… Herkesin görmek isteyeceği bir düş belki bu…

Yanlış anlaşılmalarımızı, tartışmalarımızı, alınganlıklarımızı, oklarımızı, kılıçlarımızı vs. bütün savaş silahlarımızı kuşanıp çatışmalarımızı anımsıyorum da. Dönüp o günlerden kalan yaralarıma bakıyorum… Ne çok sevmişim.Özlüyorum seni…

Seni saklandığın kuytulardan çıkaracak bir dua, bir büyü, olsa da yerine getirebilsem.

Geçmişle yaşamak ne kadar tutkuluydu bizim için. Sesimiz titrerdi… Yeni bir çağın alaturka söylemleriydik eskide kalan. Sanki şimdi büyümüş, tırtıl halinden güzel bir kelebeğe dönüşmüş gibisin. Ama ömrün kısa…

Bir araya gelemediğimiz, hep buluşmak adına hayaller kurduğumuz o yol üstü, hayal kahvelerinde içemediğimiz kahvelerin, kırk yıllık hatırında mı kaldı geçmişimiz.

Sitemkarlık değil, serzeniş değil, düpedüz özlemek bu… Adına sen ne dersen de, ne anlamlar yüklersen yükle, nasıl suçlarsan suçla… Ama gerçek bu bendeki seni özledim.

Tarihi bir zenginliktin ama sen reddi mirasçısısın bu günlerin. Göz nurunu, el emeklerini bir günde silip geçtin. Ne uğruna? Şimdi seni vicdani duygularına bırakıyorum. Adalet duyguna…

Sana aşkımı anlatabilsem sende hak verirdin bana…

Ödün kopuyor bir gün birileri gelecek taştan kalbinin içini açacak ve o pırıl pırıl dünyayı görecek diye. Belki de cezalandırılmamın nedeni budur, O kalbi görebilmiş olmak.

Sen beni anlamaktan vazgeçeli çok oldu… Sen içimde gizlediğim, bir kör düğümdün…

Belki de bu aşk için yanlış yerdeydik. Belki yaşamda seçtiğimiz yollar farklıydı. Belki de istemeden seçmek zorunda bırakıldık. Göze alamadığımız bu aşk yıllar geçtikçe de kalbimizi, kabuk bağlayan yaralarımızı yeniden yeniden kanatmaya devam edecek.

Sende benim için; baktığımda izi belli olan, zaman zaman eski anılarla tekrar sızlayan ama hep bende hatıra olarak kalacak güzel bir yaramsın…

Benim gibiler belki de artık yaşamıyordur. Kimbilir, belki bende türümün son örneğiyim geride kalan. Kendimizi herkese başka türlü sunuyoruz, anlaşılmaz parçalanmışlıklarımız, kimsenin, en yanımızdakilerin bile bilmediği bulanık düşlerimiz, küçük yalanlar, küçük oyunlarımız var.

Aşk; yaşanan bir problem mi, savaş mı, politikamı ki, strateji üreteceksin. İçinden geldiği gibi yaşayacaksın hesapsızca….

Kaçıp gelebilsem sana diyorum. Yolları bulabilir miyim? Söz veriyorum kendime ne olursa olsun, kaç olursa yıllardan, bir gün seni bulacağım.

Her şeyin bir sebebi olmalı mutlaka. Evet bir nedeni olmalı. Tekrar tekrar okuyorum sana yazdıklarımı, o kadar çok yazmışım ki arada bir yolluyorum. Gecelere bağlanmak istemiyorum ama sonsuz ve sensiz girdabın içinden de çıkmayı başaramıyorum. Hala küçük bir umut beklediğim için mi? Bu dünyada yaşanması imkansız olsa da, yüreğinin içindekiler kuytularından çıkıp, küllerinden yeniden canlanmayı başaracağına inanıyor… O salt bir duygu ile ölümcül bir sorunun cevabı gibi heyecan dolu…

Sevda dediğin; yağmursuz bir günde gök kuşağının çıkmasını beklemek ve o rengarenk gök kuşağının altından geçmektir. Bilmeni istiyorum ki ben sende gökkuşağını buldum.

Sevda dönüşü olmayan uzun uzadıya yolculuklara çıkmak gibi. Sevmeyi bilmediğin doğru ama söylemeyi ve hissetmeyi bilmediğine inanmıyorum. Bunları sana anlatmam neyi değiştirir bilmiyorum. Yaşadıklarımızın içinde neler yok ki; aşk var, arkadaşlık var, yolculuklar var, hayaller var…

Hadi gel, kimsenin bizi bulamayacağı, kimsenin bizi tanımadığı deniz kıyısında bir ev buluruz. Arkasına küçük bir bahçe yaparız. İçine domates, biber vs dikeriz. Her sabah sahilde yürüyüşlere çıkarız. Balığa çıkar, gün batımını birlikte seyrederiz. Uzun uzun sohbetlere dalarız.

Konuşurken gönlümüzü doldurduğumuz zamanları özlüyorum. Hayat öylece avuçlarımızdan kayıp gidiyor. Müdahale edemediğimiz zaman sürekli aleyhimize işliyor. Her yeni güne uyandığımda seni bir daha görebilecek miyim diye acaba ya göremez isem diye korkuyorum.

Oysa ben; hala bir gün çıkıp ben geldim diyeceğin umuduyla adımlıyorum kaldırımları. Belki karanlık bir sokağın içinde, belki bir köşe başında gözlerindeki o masumane bakış, yüzünde o ince tebessümle ben geldim diyeceğin anı bekliyorum.

Sabaha karşı kuş cıvıltılarının kulakları yaladığı o erken saatlerde güneş henüz uyanmamışken, Sessiz bir filmin hüzünlü bir karesinde yalnızlığımın adımlarını atmaya devam ediyorum.

Yinede her gün, her sabah, bendeki eski seni bulacağım umuduyla yürümeye devam edeceğim.

Bilsen ne kadar önemli yerin var hayatımda…


Doğan ORMANKIRAN

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Tebrik ediyorum, okuduğum hikayeler bir birinden şahane ve güzel...Duygu ve düşünceler ne kadar, hassas ve de kırılgan... O ince, düşünceli, duygulu yüreğinize sağlık... 🙏