23 Temmuz 2007 Pazartesi

BİR GÜL’Ü SEVDİM



Hayatı bir gömlek gibi çıkarıp atsam üzerimden, yada sensizliği. Yollarımı değiştirsem her gün gidip geldiğim. Bastırsam tüm gücümle kanayan yaralarıma…

Unutabilir miyim?

Ölüme bir o kadar yakın, bir o kadar uzak… yaşarken ölmek… dindi sanarken yüreğinin acısı, içinizdeki boşluk her geçen gün büyüdüğünde anlıyorsunuz usul usul asıl ölümü…

El ayak çekilince gecenin gölgesinde bir düş gibi uzanmak istiyorum yüreğinin kuytularına… acemisiyim biliyorum, elim ayağım dolaşıyor… ilk defa seviyorum kendimden küçük, yüreği büyük birisini. Kırk yalan buluyorum her gün sözcüklerimden, ya anlarsa diye onu sevdiğimi…

Onu tanımak bambaşka bir dünya yarattı. Tıpkı hayatıma yazılmış bir önsöz gibi. Hala masmavi düşlerim var... ve hala masallara inanıyorum.. Asi ruhunun güzelliğiyle bütünleşmesi, kanatlarına sığınacak bir gökyüzü edasında… bir cennet bahçesi ve o bahçenin en güzel gülü…

Bir gül’ün gülüşüne vurgun… bir bülbülün çaresizliği içerisindeyim. Korkularımın korsan sevdalara dem vuruşu ondan… ona duyulan hislerimin ağırlığında, kendinden küçük birine sevdalanmanın “uygun” olur mu? tartışması hançer yarası gibi tırmalıyor yüreğimi…

Ne zaman tutuldum sana, ne zaman yayıldın içime, ne vakitlerde yağdı yağmurlar hatırlamadım. yürek anlar mı?, dinler mi? tutulmuşken bir sevdaya… firuze rengi sularda yüzen beyaz, kırmızı, siyah on yedisinde bir gül… bir düş, masal kahramanımıydı…

Neyimdi benim…

Beyaz bir güvercin havalanıyor yüreğimde… kıpır kıpır bir sevinç kaplarken içimi… bir bakıyorsun bir elim sıcak denizlerde, bir elim sarı sonbahar… kim bilebilir, belki de sis içinde bir yürüyüş…

Hoşuma gidiyor… ondan dinliyorum dünyayı… bazen bin yılı devirmiş tecrübe dolu, bazen yaramaz bir kız çoçuğu sözlerinde… bazen sanatın insan boyutunu dillendirirken, bazen bilmem hangi yontuların güzelliğinden bahsediyor.

Seni seviyorum diyebilir miyim…? desem ne olur, nasıl tepki verir… bende aynı şeyleri hissediyorum der mi? koşup sarılır mı boynuma? Yoksa hayır… bu olmaz mı der? olamaz mı?

Kim bilebilir şimdi…?

Hiç kimse misin? bilmem ki nesin…?

İçimdeki gizli bir fırtına, tutsak edilmiş bir sevgi, dillerin bıçak açmaz suskunluğu…karşımda bir gül…

Küçük kız sevebilir mi? sevmeyi biliyor mu? dener mi?

Belirsiz bir ilkbahar çığlığı, bir sürgün yeri bu ten sensiz… bu susuzluk ondan, bu suskunluk ondan… bu yanık ondan…. Bu coğrafyada yeni tohumlar ekebiliriz, yeni sözcükler verir yüreklerimiz. Dünyanın kabuğu çatlıyor ve yüreklerimiz birbirine değdi...

Aşk kaçınılmaz, yıktım tüm bilgeliklerimi… kalbim ağır, sevgimi anlatacak dinlesen… gözlerinde arıyorum hasreti. Gözlerin ateşle karlılaşması, gırtlağımdaki kuruluk, yüreğimdeki bu yanık… aşk diyebilirim buna…

Kızdım kendime bazen seni sevdiğim için, kalemimi kırdım, kağıdı parçaladım, hayatı çiğnedim… seni sevdiğimi inkar etmeye çalıştım… duvarları yumrukladım, sol yanıma hançerler sokuldu…

Sen hayalini kurduğum mavi bir ışıktın benim için, avucumda tuttuğum… elimi açsam rüzgar uçurur diye korktuğum mavi bir ışıktın… keşke seni hiç görmeseydim, keşke hiç sevmeseydim… ismini hiç duymasaydım…

Keşkeler fayda etmiyor ki;

Bak; yağmur nasılda yağıyor, şırıl şırıl sesi kulaklarda… her şeyde sen varsın… hadi vuralım kendimizi sokağa, ellerimizi yağmura açalım, sakallarım ıslanmış, sensizliğin ızdırabı ile göz yaşlarım inerse anla ki yağmurda mesudum…

Sen şimdi başka şehirdesin, kesme dediğim siyah saçlarını bırakmışken rüzgarlara, dolaşırken şehrin caddelerinde, hiç aklına geldiğim oluyor mu? Soğuk şimdi bu şehirler, soğuk ve sensiz, ellerin ve saçların yok yanımda ve o bir türlü bakmaya cesaret edemediğim gözlerin…

Fethedilmiş ülkelerin, fethedilmiş semtlerin, fethedilmiş hükümdarları geliyor aklıma…

Ve içimde yeni bir gün uyanıyor… haydi tut elimi küçüğüm

Sesime ses ver…



Doğan ORMANKIRAN




Hiç yorum yok: