27 Haziran 2007 Çarşamba

BIRAKMADI SEVDAN

Mevsimlerden sonbahardayız. Elveda ile geçti yaz ve biz bir mevsimi daha bitiyoruz.

Her saat, her dakika ve her saniye ömrümüzden çalıp gidiyor. Hem de ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu umursamadan tükenip gidiyor zaman.

Farkında değilsin belki ama iyisiyle kötüsüyle birbirimizde yaşamayı öğreniyoruz. Baharda toprağı delen tohumlar gibi önce yüreğimize girmek için yaraladık birbirimizi… Acıdı, acıttık yüreğimizi. Ama sevdaların tutması kolay olmuyor, hele ki kök salması. Bunu da öğreniyor, bunu da beceriyoruz yavaş yavaş.

Bir sabah sol yanında bir sızı ile uyanıyorsun güne. Anlamı olmayan tarifsiz bir sızıdır başlangıçta. Sonra adın her dilime geldiğinde, sevdan fikrime düştüğünde de aynı sızıyı hissetmeye başlıyorum. Ne zaman o masum yüzün değse gözüme, ne zaman sesin gelse kulağıma sızım daha da artıyor. Kimyamı değiştiriyor aşkın.

Belki de seni yüreğime sığdırmanın savaşı veriliyor derinliklerinde. Sana her yazdığımda bu tarifsiz sızıda beraberinde artıyor. Seni ne kadar sevdiğimi, içimde taşıdığım bu sızıyı anlatamamanın mahcubiyetini yaşıyorum. Utangaçlık değil bu başka bir şey, tuhaf adı üzerinde tarifsiz ve kifayetsiz kalıyor sözcükler. Anlatılması inan yaşamaktan daha da zor.

Ben bütün bu hislerle çepeçevre yoğururken düşlerimi. Sen ise hala yüreğini açıp, içindekilere bakamadın değil mi? Hala hatamı yapıyorum diye tedirgin. Hala sorulular sorarak tüketiyorsun zamanı. Farkında değil misin? Zaman ikimize birden gülüyor ve geçiyor…

Ne yapmalıyım, Seni sana döndürmek için ne yapmalıyım? Ne kadar kalın zincirlerle bağladın kendini, ne kadar yüksek duvarların ardına gizledin? Her şey inançta gizli ama galiba inandıramıyorum sana kendimi, ınandıramıyorum aşkıma...

Ne değişecek değil mi? Üç beş sayfa yazı, üç beş güzel sözcük hepsi bu, bundan başka senin için ne ifade ettiğim oda meçhul.

Belki de gülüp geçiyorsundur bana. Sesime kulak vermeyişin ondandır. Yada beni kağıttaki sözden sayıyorsun kim bilir? Söylesene yasaklı mıyız ? Aşk hangi dinde, hangi kitapta yasaklanmış? Peki sen neden sürekli yasaklıyorsun kendini? Sana sözcüklerle ulaşmak ne kadar anlamlı olur bilmiyorum. Yazdıklarımın senin için ne ifade ettiğini de bilmiyorum, ama içimden geçenleri senden başka paylaşacak kimsem yok.

Aşık, maşuk ile gezer mi küskün. Kardeşim, dostum Yusuf Kenan Çetinkaya’ nın dizeleri geliyor aklıma. Seni yad ederken o gece, sazının tellerinden dökülen nağmeler ancak bir yağmur yürekliye söylenebilirdi.

“Şimdi sevdan buluta değdi gülüm.
Yağar birazdan yağmur.
Hadi pencereni açta.
Beni avuçlarına doldur.”

Ruhuna talibim ama hala bunu anlamıyorsun değil mi ? İnsanları düşün doğarken kaç kişi vardır yanlarında, yalnızlardır değil mi? Ama ölümler, cenazeler kalabalık olurlar öyle değil mi ? Yeni bir doğum yaşadığımız, ondan bu yalnızlığımız. Birbirimizden başka kimsemiz yok bizim.

Hayatıma oturmanı istiyorum. Soframa oturmanı ama sen böyle sessiz kaldıkça da ben kendimi suçluyorum. Ne kadar erteleyebiliriz aşkı, hiç bu sorunun cevabını bulabildin mi ? Hadi anlat bana… Şimdi ne yapmaktasın? Yarın ne yapacaksın? Ya sonra…

Dile gelmeyen suskunluğunda boğuluyorum. Susarak bitirdiğin her sohbeti, sevdamızdan bahsedebilmek için sürekli virgüllerle uzatıyorum. Sen sürekli sustuğunda, tek taraflı yaşamak kalıyordu bana bu aşkı. Kendi kendine konuşan, hayalleriyle dolaşan biri gibi olmaktan kırılıyordum. Ama kızmıyorum sana, bırakmıyordu sevdan...

Bakma söylediklerime sadece bir aşığın, sevdiğine yapabileceği kadar sitem. Hepsi bu. Bir güzel sözün yeterdi belki. Susarak çoğalttığın kırgınlıklarımı sarabilirdim. Tutunmaya devam ederken güzel yüreğine, sadece henüz kim olduğumu bilmemenin cevabını arıyorum.

Belki de böyle aşkla geldiğim için ben suçluyum. Ama birazda kendi ellerinde değil midir insanların kaderi? Kendine ait bir yaşamın olduğunu umarım acı tecrübeleri ile anlamak zorunda kalmazsın. Özür dilerim, küstahlık yapıyorum belki. Ama kendini dinlemelisin, iç dünyanda yolculuklar yapmalısın. En doğru cevap insanın iç dünyasında yankılanır. O sesleri duyabilirsen bir çok konuda aydınlanır düşlerin. Tesir altında kalmadan, objektif bir yankılanıştır.

Benim tabirimle, yıldızlar ülkesine yapılan gece yolculuklarıdır. Yorgun düşlerin şekil bulduğu, kalbimizin kuytularında gizlenen ve bir başkası ile paylaşamadığımız özlemlerimiz dillenmeye başlar. İşte o zaman kendinden, bu hesaplaşmalardan kaçamazsın.

İçinde yaşadığımız gri beton bloklar bizi saklamaya yetmiyor. İnsan kendinden kaçabilir mi ? Mesafeler ise eğer düşündüğün, hiç engel değildir sevgilerin yeşermesine. Çiçekleri düşün nasıl yeşeriyor, nasıl büyüyorlar. Tutuldukları güneş kendilerinden ne kadarda uzak ama o sıcaklığı hissediyorlar hücrelerinde. Güneşe uzanıyorlar. Bütün mesafeleri yok edebiliyorlar. Bizde aşarız, bizde kat ederiz bütün yolları. Yeter ki yüreğinde bir mesafe koyma bana.

Günden güne özümsüyorum seni, daha bir sindiriyorum hücrelerimde. Sende bir güneş gibi kimsesizliğime düştün. Ve bir su halkası gibi büyüdün, büyüdün içimde ve gün geçtikce daha da büyüyorsun içimde. Kaderle kesişen yollar bizimkisi. Daha düne kadar birbirinden habersiz ama sanki sürekli birbirini arayan iki ruh eşinin buluşması bu. Bu kaderin yazgısı, karanlığın içinde parlayan bir ışık gibi çıktın önüme. Çocukların bir masala kandığı gibi bir anda kabullenmesi kolay değil biliyorum. Ama bu kadar sorularla boğuşmayı bırak. Bu kadar anlamlar yükleme. Bana merhamet etmiyorsan bari kendine merhamet et.

Kış gelmeden kar yağıyor yüreğime, amansız bir tipi başlıyor, ah edip çırpınan bülbüle dönüyorum. Üşüyorum yokluğunda. üşüyorum suskunluğunda. Seni düşünmediğim gün, gece olmuyor. Solgun bir beniz, ruhu yasta bir adam. Sen kimbilir gecenin sıcak koynunda rüyalara dalarken, ben ise her gece bu aşkın nöbetini tutuyorum.

Bütün gece bana geleceğin anı bekliyorum. Bir çift güzel sözün bana neler vereceğini, bilmiyorsun da gelmiyorsun. Her gece beni bekleyen yatağımla, yorganımla artık yabancılaştık. Uykusuz yaşanabilse onu da deneceğim ama senin için yaşamam gerektiğini bildiğim için zoraki uykulara teslim ediyorum yüreğimi.

Sonra doğrulup yatağımdan kendimi kandırmanın anlamı yok. Biran önce sana ulaşmalıyım diyerek, sabaha kadar caddelerde, sokaklarda olabileceğin, gelebileceğin bütün yerleri geziyorum. Aşkımı anlatıyorum sokak lambalarına, parktaki banklara, ağaçlara senden bahsediyorum. Salıncakla konuşuyorum. Ona çikolatalar, pamuk şekerleri alacağım ve bir gün gelecek ve burada onunla beraber sallanacağız diye anlatıyorum.

Belki bu satırları okuduğunda dudak büküp geçeceksin. Belki de abartıyor, neler yapıyor bu adam diye kızacaksın.

Ama varsın olsun, sahte bir gülümseyişten bile daha samimi geliyor senin kızmaların. Gönlüme düştüğünden bu yana yetim sevgim dilleniyor. Yıkık gönlüm yeniden yeşeriyor senin sayende. Sen bunları bana sağlarken ben uykusuz kalmışım çok mu? Ben caddelerde, sokaklarda dolaşmışım çok mu?

Kendini bu kadar sevdirecek ne yaptın onu da bilmiyorum ama yüzündeki masum duruşa, gözlerindeki o gizli manaya sayfalarca yazsam az gelir. Seni arıyorum, sözcüklerde, cümlelerde, ruhunun derinliklerinde seni arıyorum. Bir ses ver. Seni bulmam için ne olur yardımcı ol diyor bana. Senden tek istediğim yüreğinden geçenleri erteleme, beni kendinden öteleme… Zaman tükeniyor ve ben bekliyorum daha çok var mı gelişine?

Bir şarkı takılıyor kulağıma, belki bilirsin? Grup Gorki parkı söylüyor. Uzun zamandır dinlemediğim bir balad, bir aşk şarkısı “Try To Find Me” hatırladığım kadarıyla söyle dizeleri. Boşalan yağmurun altında bütün kapılar kapalı ve etrafta kimsecikler yokken, kaybolmuş dolanan bir yabancıysan bu şehirde… Lütfen sen beni bulmaya çalış, bende seni arayayım! Biliyorsun sana ihtiyacım olduğunu, senin bana olduğu gibi… Vazgeçme lütfen, çünkü buluşmak üzereyiz! Dayan göreceksin neredeyse başardığımızı! Kimse dinleyeme yanaşmadıysa söylemek istediklerini, umudun kırılıp moralin bozulduğunda ve hız kesemezken tıpkı bir sabah ekspresi gibi, lütfen! Lütfen, sen beni bulmaya çalış, bende seni arayayım!…

Telaffuz etmekte zorlanıyorum hislerimi, renkler, kavramlar, sesler hepsi birbirine karışıyor. Bir sis perdesine takılmış gibi kayboluyorum. İşte böyle anlarda birden karşıma çıkıp, elini omuzuma koyup, ben geldim diyerek bütün sisleri dağıtmanı bekliyorum. Adın her dilime değdiğinde, silkinip kendime gelmemi sağlıyorsun. Yeniden uyanıyorum hayata.

Bir mülteci gibiyim,sığınma talep ediyorum senden. Çünkü barınağım oldun benim, yüzümü döndüğüm mukaddes kıblemsin. Çünkü bütün temaşa son bulur kıblelerde, farklılıklar kaybolur.Çünkü orda kalpler bir olur. Bir hazinesin benim için, yüreğinin derinliklerinde gizli bir hazinesin. Yüreğine ulaşmak için sözcüklerimle sürekli kazıyorum ama yoksun. Tam ümidimi keseceğim bir anda, bir ses duyuluyor. “Beni bul” kazmaya devam et diyor. Biraz daha gayretle kazıyorum, kazıyorum, Yüreğinin derinliklerinde seni buluyorum. Beni bulmayı umuyorum...

Hayat bize benzer hikayeleri yaşatmadı mı daha önce? ılk ve son mu yaşadıklarımız? Keskin ve soğuk ilişkiler yaşanırken hayatın dört bir köşesinde. Bizim kutsiyetle baktığımız ve özenle büyüttüğümüz bu yüce duyguyu neden paylaşamıyoruz? Bütün bir toplum bizi hesaba mı çekecek? Bütün bir toplum biliyor mu aşkın yüceliğini? Biz onlara hesap soruyor muyuz ki ? Onların bize sormalarına izin verelim.

Ne olur izin ver de akıtalım yüreğimizin nehirlerini, bırak da yüzdürelim kayıklarımızı. Bak zaman tükeniyor ve yine gülüp geçiyor bize. Çok mu insanlığa aykırı, çok mu sıra dışı sevmelerimiz? Çok mu anormal özlemlerimiz? Bütün önemsediğimiz bu çevre, dikkate aldığımız insanlar yataklarında sükunetle yatarken. Neden aşkımızın kutsal hazlarını yaşamak varken, ızdıraplarını çekmek bize düşüyor.

Neden uykusuz gecelere gün bağlıyoruz? Farkındalar mı ne çektiklerimizden? Gerçekte bizim önemsediklerimizle, hayallerimizle kaçı ilgileniyor? Uğruna ömür harcadıklarımızdan kaçı soruyor isteklerimizi? Kim okşuyor saçlarımızı? Bizi kim düşünüyor bizden daha fazla? ınsanlara kurban gidiyoruz. Onların dudaklarından dökülecek sözlere mahkum. Topraktan gelip, toprağa gidiyoruz. Hem de kaybolduğumuzu, yaşayamadığımızı ve yitip tükendiğimizi fark etmeyerek.

Toplumun ikiyüzlülüğü alıp başını giderken. Bütün hesapları biz vereceğiz gibi, bütün bedelleri sanki biz ödeyeceğiz gibi, biz sevmekten korkuyoruz. Sevmek suç mu ? ya sevilmek? Kim yasaklıyor söyler misin? Bence bütün korkularımız içimizdeki aşkın gücüyle aşılacaktır. Yeter ki aşkıma tutun. Benim sana tutulduğum gibi.

Sana yazılan yazılarda, sana dair tüm düşüncelerimi bir nakış gibi işliyorum cümlelerin arasına. O kadar şeffaf bir ben olarak geliyorum sana. Sen böyle bir “ben” olabilir mi diye sorguluyorsun? Gel bu aşk denizine dalmaktan çekinme, gel soyunalım iki can ve bu aşk denizde yanalım. Gel birbirinden beslenen iki kaynak, birbirinden enerjisini alarak aydınlanan bir yürek olalım seninle. Işığını esirgeme benden.

Farkında değil misin ruhunun bir parçasının bende olduğunun? Senden bir parça yaşıyor içimde. Belki de bu suskunluğun fazlaca üzerine geldiğim içindir. Seni sana mı bırakmalıyım? Bilmiyorum. Belki de boğuluyorsun satırlarımda? Belki de nefes bile aldırmıyorum sana. Ama sevenin sevgisini haykırmasından daha yüce, daha güzel ne olabilir.

Nedir pekala bu kadar sessizliğe bürünmenin sebebi? Yoksa kaçıyor musun benden? Git buradan mı diyorsun? Arama mı diyorsun...?

Seni zorluyorum belki ama bir sebebi var. şunu bilmelisin ki; Hz. Mevlana’nın da söylediği gibi; “ Yapılmak, yıkılmaktır; topluluk dağınıklıktır; Sağlamlık, kırılmakta; murat, muratsızlıkta; varlık, yokluktadır.” Her şey bunlara benzer, toprağı kazmasaydık, kırmasaydık nasıl bağ bahçe olurdu. Nasıl dikensiz gül bahçeleri yetiştirebilirdik. Terzi, o güzelim kumaşları parçalamasaydı o güzel elbiseleri nasıl dikebilirdi? Buğday değirmende öğütülüp ezilmeseydi, nasıl ekmek olurdu da sofralarımızı süslerdi?

Bizde belki acı çekeceğiz başlangıçta, ama böyle olgunlaşacağız. Bizde böyle yenileneceğiz. Yoksa sabah uyanıp aynaya baktığında aynı sen, yüzün aynı, ellerin aynı, bedenin aynı yerinde duruyorsa. Ve hala hükümsüzsen.Yoksun. Bundan daha acı ne olabilir.

Ah be hayatımın anlamı kadın, göçebe sevdam ak ellerine kına yakıldığı gün son bulur. Yalın ayak derviş sedasıyla beklerim seni. Naralar atmak istiyorum tutulduğum gizli sağanağında. Sana her yazdığımda bak ıslanıyor yüreğim, bu gecede başardın ağlatmayı. Sen her gece sessiz çığlıklarda boğarken yüreğini, göz yaşlarını bir biri ardına inci gibi dizerken göz pınarlarına, ben nasıl ağlamayayım. Korkmuyorum yadırganmaktan ama sana saygımdan, sana sevgimden susuyorum.

Aleksi Kristoviç Zelenski’nin dediği gibi; “ Diriliş, ancak isteniyorsa gerçekleşebilir; ancak o zaman mümkündür. Ve bu söze inanan biri olarak, bekliyorum. … Ve sevda bereketi ve ben geldim sesini...


Doğan ORMANKIRAN.

AFFINA SIĞINARAK AŞIK OLDUM

Kimbilir hangi rengindesin hayatın?

Aşk değdimi bir kez insanın yüreğine, büyüdükçe büyüyor... Yağmurlar yağsın diye dua ediyorum. Maviye bezenmiş bir halde, nil yeşilinin sonsuz özleminde bekliyorum dönüşünü...

Yıldızlı gecelerin seyrine dalmış, seni var etmeye çalışıyorum, olmadığını, olmayacağını, olamayacağını bile bile...! Bir yakın, bir uzak birlikte ola(mama)bilme ihtimallerinde tüketiyoruz zamanı. Gerçek miydik, yoksa bir izdüşümü müydük sadece...
İşte hayat! Çaresizlikleriyle, çıkmazlarıyla, karamsarlıklarıyla, ömür tüketen iç çekişleriyle senden yarım kalanları tamamlamaya çalışıyorum. Kimbilir şimdi neredesin? Mutlu olduğunu söyleyeceksin sözüm sana ulaştığında. Belki ben böyleyim diyeceksin. Belki kapatmaya çalışacaksın yüreğindeki gerçekleri kaçamak cevaplarınla... susacaksın... susturacaksın....susturalacaksın... ve kaç kez daha bahanelere sığınacaksın...
Sancılı bir akşam üstünde, demli bir çayla avuturken sensizliği. Bir yıldız kayıyor gökyüzünden. Hadi durma bir dilek tut. Yürekten olsun. Hadi durma...
Hadi durma. Hiç olmadım say, hiç dokunmadım say gözlerine, hiç düşmedim say cümlelerine... Say sayabildiğin kadar... Farzet, mesela de...
Hadi durma, al yanına beni. Sen olmayınca olmuyor. Sen olmayınca olunmuyor. Geceleri dizerken sana yazdığım metinleri, bir an sanki ayak sesini duyuyorum, gelişini. Gözlerim kapıya dönüyor... Varla yok arasında bir umut, beklenti... Önümde arkamda, sağımda solumda, içimde dışımda, saklanmayan sensin ve sobe demeyi bekliyorum ...
Sensin bendeki her şey yağmur yüreklim... “Yok” desem varsın, “var” desem hani neredesin?
Kimseler bilmesin diye, sana nazar değmesin diye, nakış nakış adını işliyorum cümlelerin içerisine...Şehirler değiştiriyorum, kendimi değiştiriyorum. Yolun sonu...Yolun başı... Bir sensizliği değiştiremiyorum. Düşünüyorum senin üzerine bir hayat nasıl değiştirilir diye. Herşeye cevabı olan ben, bir sensizliği değiştiremiyorum...
Kimbilir neler yapıyorsun?
Zaman ilerledikçe dahada tazeleniyor geçmiş... Durup bir köşe başında seyretmek isterdim seni, ellerini, saçlarını, içindeki çoçuğun yaramazlıklarını, gözlerindeki o masumane bakışları...
Bıraktığım hiç bir şeyin bıraktığım gibi olmadığını... anlatmalıyım...
Evet; sana hala aşık olduğumu bilmelisin. Affına sığınarak aşık olduğumu...
Doğan ORMANKIRAN

ANLATABİLMEK YILDIZLAR ÜLKESİNİ


Yıldızlar ülkesidir aslında hayallere açılan pencere ve hepimizin özgürce dolaştığı. Sorsanız ne bir rehberde kayıtlıdır, ne bir resmi makamda, ne de internet sitelerinde. Ne bir yönetimi, ne rejimi, ne dini, ne de yönetileni vardır. Yıldızlar ülkesinin.

Fakat tarif edemezsek de hepimiz gitmişizdir defalarca Yıldızlar Ülkesine. Kiminin gizli dünyası, kiminin özgürlüğü hesapsızca yaşadığı yerdir. Ne kalış süresi belli, ne de gidiş dönüşlerin zamanı, hatta hiç bir ücret bile alınmıyor seyahatlerde.

Her halde Allah'ın insan ırkına sunduğu en büyük nimet ve tılsımlı kapıdır içi sırlarla dolu. Kimler gider yıldızlar ülkesine, tabi ki ne bir standardı, ne de bir ön başvuru söz konusudur. Ne üyeliği var buranın, ne de munzam bir aidatı. Canı isteyen herkes gidebilir. Bir kaçış yaşamdan, kendini buluş, üzüntüleri, sevinçleri, nefretleri ve kinleri ile baş başa geçirmek, bir serüven, isterseniz somut, isterseniz soyut bir bileşke Aklın almadığı prodüksiyonları çekebilir, asrın çevrilmemiş filmlerini çevirebilirsiniz hem de istediğiniz kişiyle birlikte.

İsteklerinize paralel şekillenen, gizli bir nota gibi yaşarsınız. Hiçbir müzisyenin keşfedemediği. İster bir liman, isterseniz loş bir meyhane, isterseniz şık bir restaurant, isterseniz gürültülü bir disko olur. İçindekilerin kendinden geçtiği.

Zamanı durduracak güç belki de ilk defa verilir elinize. Hislerinizin boyutuyla en yaratıcı tasvirleri yaşarsınız. Ne mesafesi belli, ne de alanı, kimse kimseye anlatamaz yaşadığı mekanı. Özgürlük şarkısının sizin için ve sadece istedikleriniz için çalındığı bir radyo programı gibi. En değme delikanlı olup, en bitirim raconları kesersiniz. En güzel prenses olup en yakışıklı beyaz atlı prensi seçersiniz. Bazen bir entellektüel sanatçı, bazen bir film yıldızı bazen de bir şarkıcı olur. En güzel şarkıları seslendirirsiniz.
İşte O zaman açılır yıldızlar ülkesinin kapıları yada içinizde dinmeyen özlem sağanak sağanak düşüyorsa yüreğinize. Birde bakmışsınız farkında bile olmadan gitmişsiniz hayaller ülkesine… Şimdi bu anI değerlendirme zamanı geldi ve size bir fırsat verildi. Ne yaşamak istersiniz. Ya da kimle gitmek istersiniz yıldızlar ülkesine.
Belki bir ahşap ev, şöminesinde çıtır çıtır odunlar yandığı, ısının tüm odayı sardığı mistik bir bir dağ evi düşünün. En güzel müzik, bir çift göz ve bir çift yürek baş başa, ne zaman sorunu var. Nede hesap. Özgürlüğün tadını çıkarın hem de en sevdiğiniz sevgili ile baş başa. Hadi ne duruyorsunuz. Başlasın tango, tılsımlı dokunuşlar ve yansın tenler ve açsın ateşin çiçekleri vücudunuz da. Yürekte yanan ateşle küllerin tekrar hayat bulduğunu hissedin. En gıpta ile bakılan çift olun. Bin yılın en tutkulu aşkı başlasın sizin ellerinizde Hadi sıkı sarılın yıldızlar ülkesine.
Herkes yaşabilir mi bu duyguları elbette olabilir ama tad alışlarımız farklı, heyecanlarımız farklı, daha tutkulu yada daha özlenir diğerinden. Peki bir şairin Yıldızlar Ülkesini gördünüz mü ? Yada bir şairle gittiniz mi yıldızlar ülkesine?
Kaçınız ben yaşadım, ben gittim yada gitmek istiyorum diyebilecek. En duygu yüklü masallar canlanacak ve o masalın bir kahramanı olacaksınız. Düşlerinizde her bakış bir mana, her gülüş bir renk katacak geçecek olan bu güzel zamana. Evet bir şairin yıldızlar ülkesi. Hayatın farklı yaşanmamış bütün elzemini tatmanıza yardımcı olacak. Kendine bir peri kızı bulmak için gittiği yıldızlar ülkesinde o aranan kişi neden siz olmayasınız. Size aşkın ne olduğunu anlatacak. Aşkın büyüsüne yeni nefesler ekleyecek . Bu peri kızı siz olmak ister misiniz?
Hadi siz de aralayın Yıldızlar Ülkesinin kapısını, bir an için atın yüreğinizden korkuların adını, kapatın gözlerinizi ve kendinizi bir büyünün ortasına bırakın. Hızlı koş arkadaşım bir yarışın son evrelerinde sürücünün kaptırdığı gibi kaptırın kendinizi ve bırakın yüreğinizi bakalım size neler anlatacak.
Belki de yeni Zümrüd-ü Anka siz olacaksınız. Belki eski yüreğinizden sıyrılıp küllerinizden tekrar canlanacaksınız. Bırakın madde dünyasının kavgasını, gürültüsünü, mana dünyasında atomlarınıza ayrıldığınızı düşünün ve ışınlayın kendinizi gitmek görmek istediğiniz yere.
İmkanlar elinizdeyken çizin mutluluğun resmini. Açın yüreğinizin kapısını ve yıldızlar ülkesinin bugün de sizin için araladığını görün kapılarının. Ve sevgi dolu sözcüklerle doldurun yüreğinizi hem de alabildiğine kadar.
Hala düşünüyor musunuz ? Neyi, bir şairin elinizden tutmasını mı ? O zaman yürekten isteyin ve seslenin ona sesinizin en özlem dolu tonuyla, seslenin en buğulu ve en istekli tonuyla.
Ben yalnız gidemiyorum diye seslenin. Cesaret yüreğinizden gelir. Siz kapatın gözlerinizi ve tut ellerimi sana ihtiyacı var diye seslenin. Sana koşmak istiyorum, bu yürek sensiz olmuyor ve ancak sen aralayabilirsin, bu yüreğin kapılarını diye seslenin. Yalnız sizin için çarpıyor bu yürek, yalnız sizin sevginize susamış diye haykırın.
Hangi yürek kayıtsız kalabilir ki böyle yürekten , içten gelen bu isteklere, hangi insan duymaz ki böyle güçlü aşkın çağrılarını...
Hadi seslenin sevgiliye son bir kez daha. Ben seninle Yıldızlar Ülkesine Gitmek İstiyorum. Hem de hiç dönmemek üzere…
Doğan ORMANKIRAN

YAĞMUR YÜREKLİM


Dünyada mutlak bir adalet yoktur. Zaman ilerledikçe yaşama isteği körelip gidiyor. Yılların acımasızlığı yüzümüzdeki çizgilere yansıyor. Hayallerimizle gerçek arasında bir yol inşa etmeye cesaret edemememizin derin sancısını yaşıyoruz…

Nasıl bir etkileşimdir ki bu bazen kelimelere dökmekte zorlanıyorum.

“Aşksız kalma ki ölmeyesin, aşkla öl ki diri kalasın. “ diye buyuruyor. Hz.Mevlana

Yüreğimizin bir köşesinde ömür tırmalayan ve bir türlü küllendirmediğimiz aşk. Yeni bir hayat, yeni bir yaşam arzuladığımız. Söylemesi kulağa ne kadarda hoş geliyor. Damarlarında yakıcı sıcaklığıyla ve büyük bir hızla dolaşırken kanın. Hala genç olan bedeninin sabırsızlığını nasıl dindirebiliyorsun. Şimdi birkaç dakika da olsa gözlerini kapatıp hayallere sarılmanı istiyorum. Ve düşün acaba yeni bir aşka yelken açabilir miyim? yoksa alışkanlıklarıma kaldığı yerden devam mı etmeliyim?

Hayat her zaman cömert davranmıyor insana. Çoğu kez de bir zalim gibi, bizi zoraki tercihlerle baş başa bırakıyor. Kaçımız başlangıçta düşlediğimiz bir yaşantının içerisindeyiz. Önceleri çok masumane niyetlerle alınan bu kararlarımız. Bir zaman sonra bakıyorsunuz, dinmez bir sızıya dönüşüyor. Gün be gün tükendiğinizi hissediyorsunuz. Sizin adınıza, size sorulmadan kurulan bir yaşamın parçası oluyorsunuz. Hem de sorulduğunda sadece mutlu olmanız ve sizin iyiliğinizin düşünüldüğü söylenerek.

Peki bizler kendi iyiliğimizi istemeyecek kadar düşüncesiz miyiz ? Yoksa kendimize kötülük edecek kadar canimi ? Sanmıyorum, küçük yaşlardan itibaren, susturulmuş bir yüreğin susan sesi olarak tercihlerimizi kendimiz yönlendirmiyoruz. Büyüklerimizi kırmamak, üzmemek adına söylediğimiz zoraki evetlerin ise, aslında birer hayır olması gerektiğini. İçimizi kavuran gerçek aşkın, bir rahmet gibi yüreğimize düştüğünde anlıyoruz. Bir o kadar isteyip, bir o kadarda çekindiğimiz aşk, bir zaman sonra yüreğimizin derinliklerinde gizliden gizliye hayat bulup yeşermeye başlıyor. Artık iki kişilik bir hayatın parçası olarak. Yine tercihlerle baş başa kalıyorsunuz.

Bel ki bu kez kendiniz için büyümesine izin vereceksiniz. Bir tarafta artık yeter seninde kendine ait bir yaşamın, bir yüreğin var diyen ses. Diğer tarafta cesaret edemediğiniz için, bütün bu yılların özlemini mutluluğa hayır diyerek, yüreğinizin derinliklerine gömüyorsunuz.

Yeterli mi.? Becerebildiniz mi unutmayı ?
Zaman geçtikçe görüyorsunuz bazı geceler elem ve mateme dönüşüyor. Kalbiniz rahat değil. Mütemadiyen alışkanlıklara dönüşmüş bir ilişki. Oysa aşkı duyumsamak bu kadarda uzak olmamalı. Kaçımız cesaret edebilir ki. Kaçımız cevaplandırır içinden gelen güçlü çağrıları. Kaçımız şu anda sevdiğimiz insanla, yada aşığım diyebileceğiniz insanla beraber. Yada bu insan benim için huzur, güven ve en önemlisi aşk insanı diyebiliyorsunuz.

Bir yanı yitik gönüllerle dolu, suskun bir toplumuz. Kendilerini özgürce ifade etme ortamı verilse, kim bilir bize anlatacakları ne acıklı hikayeleri vardır. Kaçımız onların duygularına tercüman olabiliyoruz. Kaçımız onların susan yüreği olabiliyoruz. Neden hep susmalara teslim yüreğimiz. Ne kadar oldu bir tende özlenmeyi hissetmeyeli, ne kadar oldu özel bir geceyi düşlemeyeli? Parfümünüzü o anın hayaliyle teninizde gezdirmeyeli ne kadar oldu? göz kalemini gözlerinle buluşturmayalı, kırmızı rujunu o özel geceyi düşleyerek dudaklarına sürmeyeli.. Ne kadar oldu İçindeki kadının güzelliğini keşfetmeyeli?

Yoksa arzu, tutku bunlar sana uzak kelimeler mi? unuttun mu ? unutturuldun mu ?

Bel ki içinden kızıyorsun bana. Ama hayır bunları duymalısın. Yüz çevirdiğin hayallerle yüzleşmelisin. Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu unutmamalısın. Bak dinle; hoş bir müziğin tahrik edercesine yayılan tınısı vücutlarımızda geziniyor. Ne kadar oldu Sevdiğin insanın kollarında dans etmeyeli. Başını geriye atarak, kendini rüzgara bırakan bir yaprak gibi titremeyeli, savurmayalı saçlarını ne kadar oldu.

Yeni bir bahar gibi içindeki kıpırdanışı sözcüklere dönüştürememenin kavurucu ateşi hiç düşündürmedi mi ? İçinde gittikçe çoğalan ses hadi hadi diye kıvranırken. Önleyemediğin dürtülere kulak vermeyecek misin.? O nefesi ciğerlerine çekmeyi, kuruyan dudaklarının yeniden hayat bulmasını istemeyecek misin?

Bir yanda özlemlerin diğer yanda korkuların, düşünüp durursun uykusuz gecelere bir yenisini daha ekleyerek. Düşündükçe o sıcacık yatağın seni ısıtmadığını, aksine soğuk bir mezara dönüştüğünü fark edersin. İçinde harlanan ateşi, yakacağın sigaranın dumanında boğmak umuduyla doğrulursun yatağından. Boğulursun özlemin girdabında. Pencereden süzülen ay ışığının büyüsü çeker seni. Elinde sigaran balkona yürürsün. Gecenin hafif ürpertisine rağmen, içindeki ateşle aslında hiçte üşümediğini fark edersin. Derin derin nefes alırsın sigaradan. Bir nefes daha, bir nefes daha. İçine çekmek istediğin sigara dumanımı değil mi onu bile itiraf edemezsin kendine. Yıldız yıldız geceler diliyorum sana. Bak bakalım bu gecede yıldızlar duruyor mu yerinde.
Bense bir yabancıyım bu şehirde, bir sürgünüm sensiz. İçimde sana kavuşma arzusu. Can cananına ulaşmak için can çekişiyor. İşte bir gün biri çıkıp ruhunun derinliklerine inip, yıllardır unutulmaya yüz tutmuş duygulara yön vermeye başlar . Yüreğinizin bir köşesinde gizlenen kuşun özgürlük için kanat çırpışını duyumsamaya başlarsınız. Kimi zaman kendi irademiz dışında içimizden gelen sessiz çağrılar vardır. Seninde bu çağrılara kulak vermeni istiyorum.

Biliyorum elimden gelen pek bir şey yok şimdilik, yalnızca satırlarım var. Gözlerini bile göremediğim gibi, o tutku dolu yüreğe ait sesi bile özler oldum. Biliyorum ki sevgilerin tümünü hak ediyorsun. Bu nedenle seni incitmekten çekindiğim ve sana layık olan doğru cümleleri kurmak için bütün sözcüklerimi tartarak oluşturuyorum.

Öyle bir aşk ki tutku… Bir gün uyanırsınız. Aslında her şey sıradan bir gündür. Bir tesadüfle başlar. Okuduğunuz bir yazı ya da duyduğunuz bir çift söz. İlk kıpırdanış belki de diriliştir bu. İşte başlangıç noktası, işte sevginin yeşerdiği ve eyleme dönüşme anı. Biliyorum belki bu satırları okuduğunda yüzünde bir şaşkınlık oluşacak. Sonrasında bir parça tebessüm ve bir parça hareketlilik oluşacak yüreğinde.

Bir gölgeye mi, bir nil’e mi yoksa bir hayale mi aşık oluyorum.

Güzel amellerimin karşılığısın, tanrının bir lütfu bana. Gönül o aleme daldı. Tutuldu dilim. Sana can diyorum. Sana yar diyorum “Bela” deyişini nasılda umursuyorum. Nasılda duyumsuyorum. Yağmur yüreklim. Hani yağmurda saatlerce yürümekten bahsediyordun. Zamanın durmasını, yalnızca sen ve doğa baş başa iliklerine kadar ıslanmaktan bahsediyordun. Yağmurda dans edecek, içindeki özgürlüğü dışa vurarak çığlıklar atacaktın. Bel ki kimilerine göre çılgınlık sayılacaktı. İnsanın içinden geçenleri gerçekleştirmesinden daha güzel ne olabilir ki.
Yağmurlar yeni bir doğuma neden olan ümit damlaları değil mi ? Yağmur damlaları bir sihir gibi üzeremize düştüğünde bütün geçmişimizden arındırsa bizi. Bütün yaşananları geride bırakarak yeniden başlamamıza yardımcı olsa, bir çiçek gibi yeniden filizlensek. Yoksa ben mi anlamlar yüklüyorum sıradan olaylara. Kendimi mi kandırıyorum. Neden senin hayallerinde kendime ait bir dünya kuramıyorum.
Güzel bir söz vardır hatırlarsın. “ Yağmurlardır büyüten zambakları, gök gürültüleri değil. ” Yağmurlar neden büyütmesin sevgimizi. Islak gözlerimi yüreğinin nehirlerine gizliyorum. Ne mutlu yanında seninle olanlara, nasılda imreniyorum. Ne mutlu sana dokunup sesini duyanlara, seni, yüreğini tanımadan yanında gezenlere , hepsi sana çok yakın ama hiç biri hasret değil benim kadar kokuna. Şimdi senin yanında gözlerinin derinliklerinde kaybolmak vardı. Oturup dizinin dibinde ellerini avuçlarıma alıp sevdamı haykırmak vardı. Beline kadar uzanan ipek saçlarına ilmek ilmek sevgimi örmek vardı. İnsanları yüceltmeyi pek sevmem lakin senin güzelliğin karşısında zaten sözlerimin bir elzemi yok. Yüce yaradan seni zaten yüce yaratmış.

Belki de bugüne kadar sana söylenmiş benzer sözlerin, duyguların papağanıyım. Ne farkım var ki senin yanında. Kimim ben. Belki fazlayım, belki eksik, belki yersiz duygularım, belki erken ama geç kalınmış olmamalı. Umut olmalı. Öyle ya umut olmasaydı insanlar ağaç dikerler miydi. Umut olmasa anneler çocukları emzirirler miydi. Umut olmalı insanı ayakta tutan, yaşama sevinci veren bir umut olmalı.

Bundan sonra umudum sensin. Düşlerimde yer edindiğin aşikar. Her günüm sana dönük. Nedir bu ruhumdaki tarifsiz sızı, nedir bu mukaddes azap. Tutku dolu bir yüreğe ait olamamanın bedelimi ödediğim. İçimde dolaşan kanın hızına yetişemiyor sözcüklerim. Gökyüzü ağlıyor yokluğunda. Şimdilik sözcüklerle geçiriyorum günlerimi. Seni anlamadan, içimdeki sevgiyi anlatamayan sözcüklerimin bir değeri olmayacak. Bir yürekte yer edinmeyi beceremeyen bir adamın sözcüklerini kimseler okumayacak, kimseler satın almayacak.

Bir gece kibrit alevi gibi, Uhrevi bir akşam, zaman durmak bilmiyor. Saatler nasılda birbiri peşi sıra ilerliyor. Odanın sessizliğini kalp atışı gibi vuran saatin tik tak ları bozuyor. Tan yeri kızıllığına bürünmek üzere, masamda kağıt, kalem boynu bükük. Derin bir çığlık, içime sindiremediğim yokluğun. Bir türlü dindiremediğim özlemim. Yelle yeksan olmuşum yüreğimde bir iç savaş. Hayalet gibiyim geceden kalanlarla, sakallarım uzamış, gözlerim kan çanağı üç gündür. Bu kaçıncı uykusuz gün bilmiyorum kaçıncı gece sensiz. Yokluğunun müsebbibi benmişim gibi. Kendimi cezalandırıyorum. Telefonlarım çalıyor açmıyorum. Kapım çalıyor duymuyorum. Bir ben vardı bende oda şimdi sana ait. Ne olur gör şu halimi emanetine sahip çık.

Bir adım bile atmak gelmiyor içimden nasıl bir tutku bu bir zehir gibi işledin yüreğime. Ümit ve korku arasında hep bir denge vardır. Bu kadar cesaretsizde değilim ama nedir beni bu kadar suskun kılan. Reddedilme korkusu mu. ? Aşk için hikayeler yazan ben. Her kese öğütler dağıtan ben. Kendime verecek tek bir öğüdüm bile yok. Aşk nasılda kestin beni elden ayaktan. Ben A dan Z ye kelimelerle uğraşan bir adam. Üç harfe takılı kaldım üç gündür. Her gün özenerek onu büyütüyorum. Ve yıllardır ömrümü harcadığım, benim için en değerli varlığım olan bu üçü. AŞK’ ımı sana sunuyorum.

Ölümden sonra dirilişin yeni adısın benim için. Solgun yüreğime doğan güneş. Mihrabımsın nicedir yüz döndüğüm. Adaletin, aşkın terazisi var ise eğer. Gönlümün öbür kefesinde de muhakkak sen olmalısın. Kader denen yazgıya inanmak istiyorum. Ortak düşlerimiz, ortak bir hayatımız olmalı, hayatı, güzelliği, iyiliği yaşanacak bir insana dair tüm duyguları hissetmeliyiz. Her insanın acı, tatlı kendine özgü bir hikayesi vardır. Geçmişi tekrar geri getiremeyiz belki ama geleceğe dair pek çok şeyden bahsedebiliriz. Bu birazda senin yüreğine bağlı. Bunun cevabı sende gizli. Bazı hikayeler duyguların dürtüsü, veya ruhun eşini bulması olarak adlandırabiliriz. İşte bizim hikayemiz burada yeni başlıyor.

Ne bekleriz yaşamdan. Yaşam bizden ne bekler. Hoyratca tüketmeyelim zamanı. Başlangıçta bir sarsıntı, bir şaşkınlık yaşayacağın kesin. Normalin dışında gelişecek pek çok şey. Bazılarına uyacağız. Bazılarında zorlanacağız. Bazıları içinse sabırsızlanacağız. Aramızda yıkılmaz bir bağ kurmalıyız. Yağmur yüreklim her lahza aklımdasın. İşte buradayım dimdik. Adını adımın yanına yazıyorum utanmadan, korkmadan.
Gönlümüze çekilen perdelerin kaldırılma zamanı artık. Gülümsemek istiyorum. Göğsünün kafesinde büyüttüğün kuşu salıver gitsin. Salıver ki gülebilsin. Salıver ki gönlüme, düşlerime düşebilsin...



Doğan ORMANKIRAN

OYSA DİYE BAŞLIYORSA BİR YAZI


Oysa diye başlıyorsa bir yazı, bilmek gerekir ki içinde yaşanan olayların, üzülen ve yanan bir yüreğin, küllenmiş bir sevdanın izleri vardır. Dökülen göz yaşlarının akıp gitmek için kendine yeni bir yol aradığı günlerdir. Mide spazmlarının sıklaştığı . İnsanın kalbine söz geçiremediği düşüncelerinin karışık ve dumanlı olduğu günlerdir.

Oysa neler yapılmazdı ki yaşanan o günlere tekrar dönme imkanı olsaydı elimizde, geçmişi değiştirmek için neler yapmazdık. Nelerden ödün vermezdik yaptığımız hataları düzeltmek için, söylemeye cesaret edemediğimiz o sevgi sözcüklerini bu defa yürekten dolu dolu söylemez miydik? Onun mutluluğu için göze alamadığımız şeyleri bu defa seve seve yerine getirmez miydik?

Oysa hiç dönmezdik hataları kendimizde değil onda aradığımız günlere. Bir gurur uğruna sarf edilmiş, belki de bir anlık asabiyetle söylenmiş o iğneleyici zehirli sözleri bir daha söyler miydik? Bilseydik gelecekte yaptıklarımızdan, söylediklerimizden pişmanlık duyacağımızı asla söylemezdik. Hani hepimiz pembe hayaller kurardık. Mutluluk gemisine binip, sevgi limanından birlikte yelken açardık sevda ülkesine doğru.. sonra her zor anında yanında olacağımıza dair yeminler etmez miydik? Hani gözlerimiz birbirine dalacak, deniz, kuşlar ve tüm sevdalılar bize imrenecekti ve biz her gece elele tutuşup mehtaba yürüyecekdik. Aşkın, kitabında yeni yeni sayfalar açarak, içine delice büyüyen sevdamızdan yazacaktık.

Şimdi ise dertler sıralıdır, yükü her defasında acı dolu bir kervan gibi. Birini düzeltirken çıban başı gibi bir yenisi çıkar. Ne siz isterdiniz böyle olmasını, ne de o! Ama yanlış anlaşılmaların sonucu ya da yanlış frekanslarda konuşmalardan olsa gerek bu kırgınlığın nedeni. Ama her ilişkide yaşanır böyle durumlar önemli olan karşındakini suçlamak değil, hatalı aramak değil içine düştüğünüz bu kırgınlık anında nasıl bir yol izlediğinizdir. Ayla yıldız da küser zaman zaman onun için görmek zor olur bazı gecelerde gökyüzünde onları. Ama bir bakarsınız yeni bir gecede birlikte parlarlar. Dengeler değişiyor galiba iklimler gibi yüreğimizde, duyguların anlaşılmayan bir karmaşıklığı var. Belki de üzerine yıllardır set çekmeye çalıştığımız öfkelerimiz, riyalarımız ve nefretlerimiz kin kusmaya başladı.

Bir ikilem içerisinde zaman hızla geçiyor. İki farklı yüreğe yön vermeye çalışıyoruz. Bir filmde oynayan iki farklı karekteri canlandıran bir aktör gibi. Bir tarafta sevdalı, umut dağıtan acıları paylaşan sevgi taciri bir rolü canlandırırken.. Diğer tarafta ; yanlış anlaşılan, dikbaşlı , katı kuralları ile hayata hep kendi penceresinden bakan uslanmaz ve uzlaşmaz bir rolü oynuyorsunuz hem de doğruları yaptığınıza inanarak...!

Gururunuzu yenip doğruları söylemediğiniz o günlerde bir de bakmışsınız ki sevdiğiniz aşk kanatlanmış ve uçmuş elinizden. Gözyaşlarının bile fayda etmediği günler gelmiş, belki de aşk artık kendine yeni bir yürek aramaya başlamıştır bile. Unutmamak gerekir ki insanoğlu yıllardır aklı ile kalbi arasında çelişkili bir yaşam sürdürmüştür. Ama bir gün gelir aşk ağır basar ve dönmek istersiniz o mutlu günlere fakat buna cesaretiniz olmadığı için de çektiğiniz acılardan bir nebze olsun kurtulmak umuduyla alıp başınızı kaçmak istersiniz bilmediğiniz hep o yabancı şehirlere.

Hiç dönmemek üzere bir yolculuğa çıkarsınız. Yol boyunca başınızı otobüsün camına dayayıp, geçmişi sorgular durursunuz. Gözleriniz eski günlerin hayaline dalar onu ilk kez seviyorum dediğiniz günler canlanır gözünüzde, onu bir kerecik görmek için gösterdiğiniz çabalar gelir aklınıza, siz ne kadar kaçmak, kurtulmak isteseniz de bu duygulardan.. gördüğünüz her şey artık o olarak çıkar karşınıza. Onun sevdiği bir çiçek görür, büyük bir özlemle koklarsınız ve her kokladığınızda teninin kokusu gelir aklınıza, derken bir ağaç görürsünüz altında beraber oturduğunuz ağaca benzeyen. Dizlerine yatıp saçlarını okşadığınız günler gelir aklınıza, sonra o taş kaldırımlarda her attığınız adımda sevgilim... der döner bir şey söylemek istersiniz ama artık o yoktur yanınızda. Ve onsuz yürüyemezsiniz hayatın bu zor girdaplarında.

Bir de bakarsınız ki o kaçmaya çalıştığınız aşk yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmuş. Her Nefes alışınızda içinize dolmaya başlamıştır bile . Artık anlarsınız yalnızca kendinizi kandırdığınızı ve içinizdeki gerçek sevgiyi bir yere kadar saklayabildiğinizi. Oda oysa dediğiniz ana kadar.

Sizin için ne mekan değişikliği fayda sağlar ne de zaman, çünkü her mekanda da her zamanda da artık aşk için çarpıyordur yüreğiniz ve o bir türlü yürekten SENİ SEVİYORUM diye söylemeyi beceremediğiniz Sevgili için atıyordur. Söylenmeyen bir çift yürekli sözün insanın başına neler açabileceğini artık çok daha iyi anlıyorsunuz.

Şimdi tek söyleyebileceğim üzgünüm demek, sana doğru kelimeleri doğru zamanda söyleyebilseydim. Şimdi benim olurdun dememek için henüz geç değil.

Aşk elinizden uçmadan önce, boynuna eğilip sevgilinin "SENİ SEVİYORUM" diye fısıldayın kulağına. Ve Aşk elinizdeyken değer verin ona...


Doğan ORMANKIRAN