27 Haziran 2007 Çarşamba

BIRAKMADI SEVDAN

Mevsimlerden sonbahardayız. Elveda ile geçti yaz ve biz bir mevsimi daha bitiyoruz.

Her saat, her dakika ve her saniye ömrümüzden çalıp gidiyor. Hem de ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu umursamadan tükenip gidiyor zaman.

Farkında değilsin belki ama iyisiyle kötüsüyle birbirimizde yaşamayı öğreniyoruz. Baharda toprağı delen tohumlar gibi önce yüreğimize girmek için yaraladık birbirimizi… Acıdı, acıttık yüreğimizi. Ama sevdaların tutması kolay olmuyor, hele ki kök salması. Bunu da öğreniyor, bunu da beceriyoruz yavaş yavaş.

Bir sabah sol yanında bir sızı ile uyanıyorsun güne. Anlamı olmayan tarifsiz bir sızıdır başlangıçta. Sonra adın her dilime geldiğinde, sevdan fikrime düştüğünde de aynı sızıyı hissetmeye başlıyorum. Ne zaman o masum yüzün değse gözüme, ne zaman sesin gelse kulağıma sızım daha da artıyor. Kimyamı değiştiriyor aşkın.

Belki de seni yüreğime sığdırmanın savaşı veriliyor derinliklerinde. Sana her yazdığımda bu tarifsiz sızıda beraberinde artıyor. Seni ne kadar sevdiğimi, içimde taşıdığım bu sızıyı anlatamamanın mahcubiyetini yaşıyorum. Utangaçlık değil bu başka bir şey, tuhaf adı üzerinde tarifsiz ve kifayetsiz kalıyor sözcükler. Anlatılması inan yaşamaktan daha da zor.

Ben bütün bu hislerle çepeçevre yoğururken düşlerimi. Sen ise hala yüreğini açıp, içindekilere bakamadın değil mi? Hala hatamı yapıyorum diye tedirgin. Hala sorulular sorarak tüketiyorsun zamanı. Farkında değil misin? Zaman ikimize birden gülüyor ve geçiyor…

Ne yapmalıyım, Seni sana döndürmek için ne yapmalıyım? Ne kadar kalın zincirlerle bağladın kendini, ne kadar yüksek duvarların ardına gizledin? Her şey inançta gizli ama galiba inandıramıyorum sana kendimi, ınandıramıyorum aşkıma...

Ne değişecek değil mi? Üç beş sayfa yazı, üç beş güzel sözcük hepsi bu, bundan başka senin için ne ifade ettiğim oda meçhul.

Belki de gülüp geçiyorsundur bana. Sesime kulak vermeyişin ondandır. Yada beni kağıttaki sözden sayıyorsun kim bilir? Söylesene yasaklı mıyız ? Aşk hangi dinde, hangi kitapta yasaklanmış? Peki sen neden sürekli yasaklıyorsun kendini? Sana sözcüklerle ulaşmak ne kadar anlamlı olur bilmiyorum. Yazdıklarımın senin için ne ifade ettiğini de bilmiyorum, ama içimden geçenleri senden başka paylaşacak kimsem yok.

Aşık, maşuk ile gezer mi küskün. Kardeşim, dostum Yusuf Kenan Çetinkaya’ nın dizeleri geliyor aklıma. Seni yad ederken o gece, sazının tellerinden dökülen nağmeler ancak bir yağmur yürekliye söylenebilirdi.

“Şimdi sevdan buluta değdi gülüm.
Yağar birazdan yağmur.
Hadi pencereni açta.
Beni avuçlarına doldur.”

Ruhuna talibim ama hala bunu anlamıyorsun değil mi ? İnsanları düşün doğarken kaç kişi vardır yanlarında, yalnızlardır değil mi? Ama ölümler, cenazeler kalabalık olurlar öyle değil mi ? Yeni bir doğum yaşadığımız, ondan bu yalnızlığımız. Birbirimizden başka kimsemiz yok bizim.

Hayatıma oturmanı istiyorum. Soframa oturmanı ama sen böyle sessiz kaldıkça da ben kendimi suçluyorum. Ne kadar erteleyebiliriz aşkı, hiç bu sorunun cevabını bulabildin mi ? Hadi anlat bana… Şimdi ne yapmaktasın? Yarın ne yapacaksın? Ya sonra…

Dile gelmeyen suskunluğunda boğuluyorum. Susarak bitirdiğin her sohbeti, sevdamızdan bahsedebilmek için sürekli virgüllerle uzatıyorum. Sen sürekli sustuğunda, tek taraflı yaşamak kalıyordu bana bu aşkı. Kendi kendine konuşan, hayalleriyle dolaşan biri gibi olmaktan kırılıyordum. Ama kızmıyorum sana, bırakmıyordu sevdan...

Bakma söylediklerime sadece bir aşığın, sevdiğine yapabileceği kadar sitem. Hepsi bu. Bir güzel sözün yeterdi belki. Susarak çoğalttığın kırgınlıklarımı sarabilirdim. Tutunmaya devam ederken güzel yüreğine, sadece henüz kim olduğumu bilmemenin cevabını arıyorum.

Belki de böyle aşkla geldiğim için ben suçluyum. Ama birazda kendi ellerinde değil midir insanların kaderi? Kendine ait bir yaşamın olduğunu umarım acı tecrübeleri ile anlamak zorunda kalmazsın. Özür dilerim, küstahlık yapıyorum belki. Ama kendini dinlemelisin, iç dünyanda yolculuklar yapmalısın. En doğru cevap insanın iç dünyasında yankılanır. O sesleri duyabilirsen bir çok konuda aydınlanır düşlerin. Tesir altında kalmadan, objektif bir yankılanıştır.

Benim tabirimle, yıldızlar ülkesine yapılan gece yolculuklarıdır. Yorgun düşlerin şekil bulduğu, kalbimizin kuytularında gizlenen ve bir başkası ile paylaşamadığımız özlemlerimiz dillenmeye başlar. İşte o zaman kendinden, bu hesaplaşmalardan kaçamazsın.

İçinde yaşadığımız gri beton bloklar bizi saklamaya yetmiyor. İnsan kendinden kaçabilir mi ? Mesafeler ise eğer düşündüğün, hiç engel değildir sevgilerin yeşermesine. Çiçekleri düşün nasıl yeşeriyor, nasıl büyüyorlar. Tutuldukları güneş kendilerinden ne kadarda uzak ama o sıcaklığı hissediyorlar hücrelerinde. Güneşe uzanıyorlar. Bütün mesafeleri yok edebiliyorlar. Bizde aşarız, bizde kat ederiz bütün yolları. Yeter ki yüreğinde bir mesafe koyma bana.

Günden güne özümsüyorum seni, daha bir sindiriyorum hücrelerimde. Sende bir güneş gibi kimsesizliğime düştün. Ve bir su halkası gibi büyüdün, büyüdün içimde ve gün geçtikce daha da büyüyorsun içimde. Kaderle kesişen yollar bizimkisi. Daha düne kadar birbirinden habersiz ama sanki sürekli birbirini arayan iki ruh eşinin buluşması bu. Bu kaderin yazgısı, karanlığın içinde parlayan bir ışık gibi çıktın önüme. Çocukların bir masala kandığı gibi bir anda kabullenmesi kolay değil biliyorum. Ama bu kadar sorularla boğuşmayı bırak. Bu kadar anlamlar yükleme. Bana merhamet etmiyorsan bari kendine merhamet et.

Kış gelmeden kar yağıyor yüreğime, amansız bir tipi başlıyor, ah edip çırpınan bülbüle dönüyorum. Üşüyorum yokluğunda. üşüyorum suskunluğunda. Seni düşünmediğim gün, gece olmuyor. Solgun bir beniz, ruhu yasta bir adam. Sen kimbilir gecenin sıcak koynunda rüyalara dalarken, ben ise her gece bu aşkın nöbetini tutuyorum.

Bütün gece bana geleceğin anı bekliyorum. Bir çift güzel sözün bana neler vereceğini, bilmiyorsun da gelmiyorsun. Her gece beni bekleyen yatağımla, yorganımla artık yabancılaştık. Uykusuz yaşanabilse onu da deneceğim ama senin için yaşamam gerektiğini bildiğim için zoraki uykulara teslim ediyorum yüreğimi.

Sonra doğrulup yatağımdan kendimi kandırmanın anlamı yok. Biran önce sana ulaşmalıyım diyerek, sabaha kadar caddelerde, sokaklarda olabileceğin, gelebileceğin bütün yerleri geziyorum. Aşkımı anlatıyorum sokak lambalarına, parktaki banklara, ağaçlara senden bahsediyorum. Salıncakla konuşuyorum. Ona çikolatalar, pamuk şekerleri alacağım ve bir gün gelecek ve burada onunla beraber sallanacağız diye anlatıyorum.

Belki bu satırları okuduğunda dudak büküp geçeceksin. Belki de abartıyor, neler yapıyor bu adam diye kızacaksın.

Ama varsın olsun, sahte bir gülümseyişten bile daha samimi geliyor senin kızmaların. Gönlüme düştüğünden bu yana yetim sevgim dilleniyor. Yıkık gönlüm yeniden yeşeriyor senin sayende. Sen bunları bana sağlarken ben uykusuz kalmışım çok mu? Ben caddelerde, sokaklarda dolaşmışım çok mu?

Kendini bu kadar sevdirecek ne yaptın onu da bilmiyorum ama yüzündeki masum duruşa, gözlerindeki o gizli manaya sayfalarca yazsam az gelir. Seni arıyorum, sözcüklerde, cümlelerde, ruhunun derinliklerinde seni arıyorum. Bir ses ver. Seni bulmam için ne olur yardımcı ol diyor bana. Senden tek istediğim yüreğinden geçenleri erteleme, beni kendinden öteleme… Zaman tükeniyor ve ben bekliyorum daha çok var mı gelişine?

Bir şarkı takılıyor kulağıma, belki bilirsin? Grup Gorki parkı söylüyor. Uzun zamandır dinlemediğim bir balad, bir aşk şarkısı “Try To Find Me” hatırladığım kadarıyla söyle dizeleri. Boşalan yağmurun altında bütün kapılar kapalı ve etrafta kimsecikler yokken, kaybolmuş dolanan bir yabancıysan bu şehirde… Lütfen sen beni bulmaya çalış, bende seni arayayım! Biliyorsun sana ihtiyacım olduğunu, senin bana olduğu gibi… Vazgeçme lütfen, çünkü buluşmak üzereyiz! Dayan göreceksin neredeyse başardığımızı! Kimse dinleyeme yanaşmadıysa söylemek istediklerini, umudun kırılıp moralin bozulduğunda ve hız kesemezken tıpkı bir sabah ekspresi gibi, lütfen! Lütfen, sen beni bulmaya çalış, bende seni arayayım!…

Telaffuz etmekte zorlanıyorum hislerimi, renkler, kavramlar, sesler hepsi birbirine karışıyor. Bir sis perdesine takılmış gibi kayboluyorum. İşte böyle anlarda birden karşıma çıkıp, elini omuzuma koyup, ben geldim diyerek bütün sisleri dağıtmanı bekliyorum. Adın her dilime değdiğinde, silkinip kendime gelmemi sağlıyorsun. Yeniden uyanıyorum hayata.

Bir mülteci gibiyim,sığınma talep ediyorum senden. Çünkü barınağım oldun benim, yüzümü döndüğüm mukaddes kıblemsin. Çünkü bütün temaşa son bulur kıblelerde, farklılıklar kaybolur.Çünkü orda kalpler bir olur. Bir hazinesin benim için, yüreğinin derinliklerinde gizli bir hazinesin. Yüreğine ulaşmak için sözcüklerimle sürekli kazıyorum ama yoksun. Tam ümidimi keseceğim bir anda, bir ses duyuluyor. “Beni bul” kazmaya devam et diyor. Biraz daha gayretle kazıyorum, kazıyorum, Yüreğinin derinliklerinde seni buluyorum. Beni bulmayı umuyorum...

Hayat bize benzer hikayeleri yaşatmadı mı daha önce? ılk ve son mu yaşadıklarımız? Keskin ve soğuk ilişkiler yaşanırken hayatın dört bir köşesinde. Bizim kutsiyetle baktığımız ve özenle büyüttüğümüz bu yüce duyguyu neden paylaşamıyoruz? Bütün bir toplum bizi hesaba mı çekecek? Bütün bir toplum biliyor mu aşkın yüceliğini? Biz onlara hesap soruyor muyuz ki ? Onların bize sormalarına izin verelim.

Ne olur izin ver de akıtalım yüreğimizin nehirlerini, bırak da yüzdürelim kayıklarımızı. Bak zaman tükeniyor ve yine gülüp geçiyor bize. Çok mu insanlığa aykırı, çok mu sıra dışı sevmelerimiz? Çok mu anormal özlemlerimiz? Bütün önemsediğimiz bu çevre, dikkate aldığımız insanlar yataklarında sükunetle yatarken. Neden aşkımızın kutsal hazlarını yaşamak varken, ızdıraplarını çekmek bize düşüyor.

Neden uykusuz gecelere gün bağlıyoruz? Farkındalar mı ne çektiklerimizden? Gerçekte bizim önemsediklerimizle, hayallerimizle kaçı ilgileniyor? Uğruna ömür harcadıklarımızdan kaçı soruyor isteklerimizi? Kim okşuyor saçlarımızı? Bizi kim düşünüyor bizden daha fazla? ınsanlara kurban gidiyoruz. Onların dudaklarından dökülecek sözlere mahkum. Topraktan gelip, toprağa gidiyoruz. Hem de kaybolduğumuzu, yaşayamadığımızı ve yitip tükendiğimizi fark etmeyerek.

Toplumun ikiyüzlülüğü alıp başını giderken. Bütün hesapları biz vereceğiz gibi, bütün bedelleri sanki biz ödeyeceğiz gibi, biz sevmekten korkuyoruz. Sevmek suç mu ? ya sevilmek? Kim yasaklıyor söyler misin? Bence bütün korkularımız içimizdeki aşkın gücüyle aşılacaktır. Yeter ki aşkıma tutun. Benim sana tutulduğum gibi.

Sana yazılan yazılarda, sana dair tüm düşüncelerimi bir nakış gibi işliyorum cümlelerin arasına. O kadar şeffaf bir ben olarak geliyorum sana. Sen böyle bir “ben” olabilir mi diye sorguluyorsun? Gel bu aşk denizine dalmaktan çekinme, gel soyunalım iki can ve bu aşk denizde yanalım. Gel birbirinden beslenen iki kaynak, birbirinden enerjisini alarak aydınlanan bir yürek olalım seninle. Işığını esirgeme benden.

Farkında değil misin ruhunun bir parçasının bende olduğunun? Senden bir parça yaşıyor içimde. Belki de bu suskunluğun fazlaca üzerine geldiğim içindir. Seni sana mı bırakmalıyım? Bilmiyorum. Belki de boğuluyorsun satırlarımda? Belki de nefes bile aldırmıyorum sana. Ama sevenin sevgisini haykırmasından daha yüce, daha güzel ne olabilir.

Nedir pekala bu kadar sessizliğe bürünmenin sebebi? Yoksa kaçıyor musun benden? Git buradan mı diyorsun? Arama mı diyorsun...?

Seni zorluyorum belki ama bir sebebi var. şunu bilmelisin ki; Hz. Mevlana’nın da söylediği gibi; “ Yapılmak, yıkılmaktır; topluluk dağınıklıktır; Sağlamlık, kırılmakta; murat, muratsızlıkta; varlık, yokluktadır.” Her şey bunlara benzer, toprağı kazmasaydık, kırmasaydık nasıl bağ bahçe olurdu. Nasıl dikensiz gül bahçeleri yetiştirebilirdik. Terzi, o güzelim kumaşları parçalamasaydı o güzel elbiseleri nasıl dikebilirdi? Buğday değirmende öğütülüp ezilmeseydi, nasıl ekmek olurdu da sofralarımızı süslerdi?

Bizde belki acı çekeceğiz başlangıçta, ama böyle olgunlaşacağız. Bizde böyle yenileneceğiz. Yoksa sabah uyanıp aynaya baktığında aynı sen, yüzün aynı, ellerin aynı, bedenin aynı yerinde duruyorsa. Ve hala hükümsüzsen.Yoksun. Bundan daha acı ne olabilir.

Ah be hayatımın anlamı kadın, göçebe sevdam ak ellerine kına yakıldığı gün son bulur. Yalın ayak derviş sedasıyla beklerim seni. Naralar atmak istiyorum tutulduğum gizli sağanağında. Sana her yazdığımda bak ıslanıyor yüreğim, bu gecede başardın ağlatmayı. Sen her gece sessiz çığlıklarda boğarken yüreğini, göz yaşlarını bir biri ardına inci gibi dizerken göz pınarlarına, ben nasıl ağlamayayım. Korkmuyorum yadırganmaktan ama sana saygımdan, sana sevgimden susuyorum.

Aleksi Kristoviç Zelenski’nin dediği gibi; “ Diriliş, ancak isteniyorsa gerçekleşebilir; ancak o zaman mümkündür. Ve bu söze inanan biri olarak, bekliyorum. … Ve sevda bereketi ve ben geldim sesini...


Doğan ORMANKIRAN.

Hiç yorum yok: